Doğal Seleksiyon
Ayağındaki ayakkabının zeminde
oluşturduğu her tınının farkında olarak yürüdü yolda, belki de bunu bilerek
adımlarını daha da sert attı, yüzündeki ifadeden bir an bile şaşmadı, durmadı,
gözbebeklerini hareket ettirmedi; sadece yürüdü. Siyah takım elbise giyiyordu. Her
hava koşulunu göre sıcak ya da serin tutan türden bir şeydi. Otoritesi arkasında
yürüyen üç adamdan rahatlıkla anlaşılabiliyordu. Saçlarını sola doğru özenle
taramış, hiçbir şey sürmemişti. Gözleri gece kadar karanlıktı ancak gecenin
ortasındaki ay kadar da parlaktı. Beyaz gömleğinin üzerindeki koyu lacivert kravatını
düzeltirken hafifçe durdu.
Az kaldı.
Düşünceler kafasından yavaşça
geçti gitti. Onları komik ya da eğlenceli bulduğu için dudağının sol tarafını
hafifçe kaldırarak sırıttı. Planlarını gözden geçiriyordu kafasından. Her şey
tamamdı, ayarlamalar yapılmıştı. Artık son noktadaydı.
Yakında bitecek ve yeniden başlayacak.
“Efendim,” dedi sağdaki
koridordan çıkan adam. Saygıyla eğilip selam verdikten sonra devam etti. “emrettiğiniz
üzere onu getirdik, odanızda sizi bekliyor.”
Hiçbir şey demedi. Sadece zeminde
tınıları oluşturmaya devam ederek odasına doğru yöneldi. Bu binadan
helikopteriyle çekip gitmeden önce yapması gereken son bir iş daha vardı.
Odaya girdi. Açık kahverengi
ahşaplarla donatılmış, geri kalan noktaları cam objelerle süslenmiş muhteşem
bir odaydı. Masasını dört yıl önce özel olarak yaptırtmıştı. Elle yapılan masa
şimdilerde yapımı on-on beş dakika sürenlerin aksine tam dört ay sürmüştü. Her parçası
özenle seçilmiş, dünyanın çeşitli yerlerindeki ağaçlardan, kullanılacağı
noktadaki amaca hizmet etmek için yontulmuş ve ona has bir cilalama yapılmıştı.
Bu ve bunun gibi onlarca ahşap ile camdan oluşan koleksiyon…
Yazık olacak.
Düşüncelerine hakim olamayarak
gözlerini odasında gezdirdi. Başlayacak yeni düzende buraya bir şey olmamasını
umuyordu ancak tehlikenin de farkındaydı. Ancak fark etmezdi; yeni düzende
bunun gibi onlarca masa yaptırtabilirdi.
“Sen daha gitmedin mi,” dedi
odanın ortasında elleri arkadan bağlı şekilde oturan adam. Siyah takım elbiseli
adamdan daha genç duruyordu. Ama onun saçları dökülmüştü. Gözleri özenle
hazırlanmış bir zeytin çekirdeği gibi orijinal bir kahverengiydi; kahverengi ve
mat.
“Gideceğim ama ben yokken
birisinin buraya bakması lazımdı,” dedi siyah takım elbiseli adam. Çok konuşmazdı.
“Beni burada bırakamazsın, ben
senin gibi bir korkak değilim, bırak beni!” diye gürledi bağlı adam. Odanın camından
güneşin son pırıltıları yansıyordu. Bulutlar sanki yeryüzüne inmişlerdi. Kalabalık
şehrin görüntüsü göz yoruyordu ancak sesinden bir fısıltı dahi içeri
geçemiyordu.
“Üzgünüm, seni dışarı bırakamam.”
“Sen
bir katilsin.”
“Doğal
seleksiyon nedir, bilir misin?” dedi siyah takım elbiseli adam. Cevabını beklemeden
de anlatmaya devam etti. “Doğa belirli zaman aralıklarında yaşayanlardan
arasından zayıfları eler. Böylece ortamda sadece güçlü olanlar kalır. Aslında bu
şefkattir, çünkü doğa elemezse, güçlüler
zayıfları illa ki ezer.”
Cama doğru yürüdü ve ceketinin cebinden bir sigara çıkartıp
yavaşça yaktı. Her alışkanlığına dur deyip kendisine yön verebilmişti ancak bu
camın önüne geldiğinde, bu manzaraya karşı sigarasına sarılmasına bir türlü
engel olamıyordu.
“Ben de
burada bir doğal seleksiyon yaratıyorum. Çünkü bu şehir artık miladını
doldurdu. Süresi bitti, ömrü tükendi. Herkes değil, sadece zayıflar yok olacak.
Güçlüler de daha güçlü olacak. Aslında bu şehri yüceltiyorum, dünyaya hükmetme
gücü veriyorum, anlamıyor musun?”
“Dünyaya hükmetmekmiş. Madem doğal
bir seleksiyon, sen neden kaçıyorsun, yeterince güçlü olduğunu inanıyorsan,
burada kal ve doğanın seni seçip seçmeyeceğini gör. Ama göremezsin, çünkü bu
lanet olası bir doğal seleksiyon değil, bu cinayet!” sandalyede oturan adam
kıpırdanmaya başladı. Arkasına dönüp camın önünde sigara içen siyah takım
elbiseli adama bakmak istiyordu.
“Doğa, bu elemeleri yapmam için
beni seçmişken, durup da burada güçlülüğümü test edecek değilim. Hem zayıf
olsaydım zaten ben seçilemezdim. Başka şehirlerde de elemeler yapmak için
ayarlamalar yapmam lazım.”
“Bu lanet şeyi dünyanın başka
yerlerine de mi yapacaksın!”
“Tabi ki,” dedi sakince. Arından sigarasını
yere atıp ayakkabısıyla ezerken adama döndü. Gözleri kesişene kadar yavaşça
yürüdü. Bu odanın zemini koridor gibi değildi, öyle sesler çıkmıyordu. “küçük
kardeşim,” dedi.
“Ben senin kardeşim değilim,” diye
çıkıştı elleri bağlı adam.
“Bende senin gibi birisinin
kardeşim olmasından rahatsızlık duyuyorum ancak doğa böyle istemiş, kardeşim. Sen
ve ben beraber çalışabilseydik bütün dünyaya hükmedebilirdik, fakat sen bana
karşı durmayı seçtin, ben de tek başıma bütün dünyaya hükmederim.” Dudağının
solu yine hafifçe yukarı kalktı.
Adamlarından birisiyle göz teması
kurdu ve kardeşini işaret etti. Adam da hemen bir bantla elleri bağlı adamın
ağzını bağladı. Fazla zaman harcayamazdı; güneş neredeyse batmıştı. Başlayacaktı.
Sonunda.
Düşünceleri onu keyiflendirmeye
devam ediyordu. Arkasını döndü ve ahşap zeminde ilerleyerek kapıya yaklaştı. Adamları
onun için kapıyı aralarken o kardeşine son birkaç cümle söylemek için arkasını
döndü.
“İki saat içinde başlayacak küçük
kardeşim. Sıfır noktasındasın, burada kimse sana zarar veremez. Ancak ellerin
bağlı, bu da senin seleksiyonun olacak. Ölmeden önce kurtul. Birazcık aklın
varsa bu binada ölmeden yaşayabileceğin kadar imkanları kullanırsın. On yıl
sonra geri geldiğimde beni öldürmeye çalışmaya devam edebilirsin.”
Kapıya yöneldi ancak tam
çıkacakken son bir şey daha söylemek için döndü; “Sıfır noktasından çıkacak
olursan yirmi beş kilometre yarı çapta fazla dolaşmanı tavsiye etmem.”
Gitti. Elleri bağlı adam odada
tek başına kaldı. Dakikalar sonra havalanan bir helikopterin sesini duydu. Güneş
tamamen gitmiş, hava kararmıştı. O hala sandalyede elleri bağlı bir şekilde
oturuyordu. Abisinin yaptığı şeyi düşündü, yirmi
beş kilometre çarı çap; bu, bu şehir için milyonlar demekti. Fakat buradan
kurtulsa bile yapabileceği çok şey kalmamıştı. Artık her şey ırmakların
arasındaki kalabalık şehirde yaşayan o insanların elindeydi; doğal seleksiyon
başlamıştı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder