28 Ocak 2015 Çarşamba

E(k)mek - Bir Resim Bir Hikaye

Yapmamalıyım, diye düşündü sakallarının yarısından fazlası beyazlara bürünmüş ihtiyar. Elini hemen cebine geri soktu. Etrafına kuşkuyla bir bakış daha attı; kimse yoktu. 
Alışveriş merkezindeki o büyük bakkaldaydı; mahallede eskiden açık olan Kasım Amcanın bakkalına hiç benzemiyordu. Çocuktu o zamanlar, sokaklarda koşar oynardı. Yeşilliklere çıkar çukur kazarlardı. Sonra ormanlıktaki ağaçların yıpranmış dallarını alırlar ve çukurda yakarlardı. Bir güzel ısınırlardı. Eski tenekelerin demirlerinden yaptıkları saclarda kestane közlerdi; herkes üç beş tane getirirdi ancak, pahalıydı kestane. Bir de… Elini cebinden ihtiyatla çıkarttı. Bir de, komşunun bahçesini eşeler, patateslerini toplayıp ateşte közlerlerdi. Çalarlardı yani.
O zamanlarda toprağın altında yetişen, şimdilerde tadını unuttuğu, bulsa da aynı lezzetini bulamayacağı patatesleri çalardı. Çocuktu çünkü, eğlenceydi o zamanlar. Günahsızdı, yazmazdı sol yanındaki melek deftere bir kelime dahi. Ama şimdi… diye düşündü buruşmuş elinde bakan amca. Ama şimdi durmaz yazar deftere. 
“Buyur amcam, bulamadın mı aradığını?” dedi kendisine bir şeyler alan hanımca bir kız. Sokakta görse ne biçim gençlik der, kınardı belki ama şimdi… Şimdi başkaydı. Herhalde uzanıp da geri çektiği elini görmüştü. Bulamamıştı ya aradığını, bulamamıştı. Bir kendini iyi görüp de, kendi çocuğunu iyi sanıp da diğerlerini hor gören, sonra da beş parasız sokakta kalan adama hayrına bir ekmek verecek bakkalı bulamamıştı. Lakin, diyemezdi ki böyle.
“Yok kızım, hatırlayamadım bir an, saolasın.”
“İyi günler o zaman amcam,” dedi sonrasında. Kendisine şu kesilmiş ekmeklerden bir tane aldı ve gitti. 
İhtiyar adam yine bir başın kaldı oralarda. Koskoca bakkalda bir başına. Açtı. Ekmeklerden birini alıp gitmek istiyordu. Aslında burada da yiyebilirdi; kim ne diyecekti ki. Ödeyeceğini sanabilirlerdi. Ama ödeyemezdi ki. 
Ne olursa olsun, diye düşündü. Elini ekmeye uzattı ve aldı ekmeği. Fırından çıkmışa benzemiyordu; soğuktu. Bir de poşete koymuşlardı, zaman çok değişmişti. 
Usulca yana döndü koridorda ve yürümeye başladı. Poşetin ağzını açtı ve ufak bir dilim koparttı. Gözleri doldu. Köşeden bir müşteri çıktı ve ilerledi. Gözleri amcanın elindeki ekmeğe bir anlığına baktı ancak amcaya bu bir ömür geldi. Bir dilim ekmeği, koskoca bakkaldan çalışıyordu.
Kendin ettin.
Anıları aklına geldi. Oğlu, kızı, karısı. İyi adamdı, hoş adamdı esasında da, hep en iyi kendisiymiş gibi düşünürdü. Fakat şimdi… şimdi bir ekmek çalışıyordu.
Sol yanına baktı. İleriye değil, hemen dibine bir göz gezdirdi. Meleğe bakıyordu, sessiz ve sakince oradaymış gibi hayal ediyordu meleği; kalemini eline almış, çoktan yazmıştı bile; hakkı olmayanı aldı, açtı, koparttı. Yememişti ama daha; nasıl yesin.
“Amca onu alacak mısın?” dedi orada çalıştığı üzerin giydiği tişörtten belli olan genç bir oğlan. Duydu. Duydu duymasına da, duymamazlıktan geldi. Sağarlığına gelmiş gibi yaptı. Yineledi genç, “Amca,” 
Yavaşça yürüdü. Yürüdü de koskoca bakkaldı, git git, bitmedi. 
“Amcam,” dedi bu sefer omzundan dokunarak. “Bu ekmeği mi alacaksın?”
Bıraksana be adam, anlamadın mı işte.
Mecbur durdu. Döndü adama. Pişman ifadeyle baktı. Gözleri sızladı. İçi titredi.
“Amcam,” dedi genç. Gözleri şefkatle bakıyordu. Anlamış mıydı çalacağını? Ya, aç olduğunu, mecbur olduğunu? Evvelden olsa, kendisi gibi birini görse taşlayacak kadar kötü biri olduğunu anlamış mıydı ki?
“onu alacaksan alma, tarihi geçmiş onun, kötü olmuştur o.” 
Amca dönüp eline baktı. Açlıktan hissetmemişti ki bayat mıymış, taze miymiş diye. 
Gencin elinde bir torba daha vardı. Taze gibi duruyordu ekmek. “Al bunu,” dedi elindekini uzatarak. Sonra da amcanın elindeki aldı. 
“Saol evladım,” dedi ihtiyar. Üzülse miydi, sevinse miydi bilemedi. Almıştı tazeyi eline de, ne yapacaktı ki? Bunun da parasını ödeyemezdi. İçinden, ver sen onu bana oğul, ver bari eskiyi; ona para neyin istemezler,  dese de, eli uzanamadı oraya. 
“Bunu da al amca,” dedi genç bir kağıt parçası uzatarak. 
“Bu nedir?” diye karşılık verdi amca. Kağıda baktı; yaşlılık. Aldı, daha yakından baktı; o da bulanıktı. Amma küçük yazılmıştı.
“Elindeki ekmeğin fişi,” dedi delikanlı. “Soran olursa diye verim dedim. Gönül rahatlığıyla ye, helal olsun. 
O an ihtiyar titreyen, sızlayan gözlerine engel olamadı; yaşlar buruşmuş yanaklarından aktı, gitti. Konuşamadı. Ama tutamadı da kendisini.
“Biz fazla almışız, ziyan olmasın dedik, emek sonuçta amcam. Gönlünü ferah tut.” Arkasını döndü ve gitti.
İhtiyar şöyle bir soluna baktı. Sonra da sağına. 
Ona yazdırmayacak kadar çok şey yazdırmış mıyım ben sana. 

Düşünceler sel oldu aktı. Bir günü de böyle kotardı. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder